Multimedia Journalism dersi kapsamında oluşturduğum son blogpostum. Evet bu bir veda postu ama yukarıda da dediğim gibi sadece ders kapsamında bir veda. Bu kadar sık olmasa da Ankara'da bulduğum güzel yerleri sizinle paylaşmaya devam edeceğim elbette.
İlk defa, bir blog yapma fırsatını bu ders sayesinde buldum. Daha önce küçük hikayelerimi yayınladığım bir site vardı ama format olarak bundan oldukça farklıydı. Derinlemesine bir konuyu ele alıp, üç ay gibi bir zamana yayarak paylaşma şansım oldu. Konuya olan ilgimi ve hakimiyetimi her geçen gün daha çok hissettim. Umarım size de bunu hissettirebilmişimdir. Konuyu kendim seçtiğim için yaparken daha heyecanlı ve tutkuluydum. Herkes gibi gizli bir şeyler bulmak ve bunları paylaşmak beni heyecanlandırdı. Burada yayınladığım ya da yayınlayabileceğim herhangi bir konuda bana ulaşmak için iletişim bölümünden yazan e-posta adresine mail atabilirsiniz. En yakın zamanda görüşmek dileğiyle...
0 Yorumlar
Burayı Kale'ye fotoğraf çekmek için geldiğimde babamın tavsiyesiyle ziyaret ettim ilk. Eskiden kervanların konakladığı bu han, 17. yüzyıldan beri ayakta. Uzun zamandır antikacılara ev sahipliği yapmakta ve öyle görünüyor ki uzun süre de devam edecek. Handan içeri girdiğinizde sizi pencerelerinden saksı çiçeklerinin ve gramafonların sarktığı bir bahçe karşılıyor. Çok güzel bir bahçesi var, tam bir konak bahçesi...İlk defa konak gördüm ama öyledir herhalde... Bu blogpostumda bol bol fotoğraf paylaşacağım çünkü gördüklerimi anlatabilecek cümlelere henüz sahip değilim. Ya da şöyle söyleyeyim fotoğraflar tarihini ve güzelliğini benim yazdıklarımdan çok daha iyi anlatırlar. Aslında buraya siz de yabancı değilsiniz çünkü buradan Kadir Usta ile sizler için küçük bir röportaj yapmıştım. Han'a girdikten sonra girişteki dükkanların önünde oturmak için küçük sandalyeler ve masalar var, bunlar aslında müşterilerle sohbet edebilmek için. Nedendir bilmiyorum fakat insanlar burada bir şeyler satmak için sizi bunaltmıyorlar. Daha çok sohbet etmeye insan arıyor gibiler çünkü dükkanlarında bulunan birçok parça butik mal yani her tarafta bulabileceğiniz şeyler değil. Belki de değerini anlayacak insanları arıyorlar. Şaka bir yana, atmosfer insanı içine çekiyor ve bir şeyler aramaya sevk ediyor. Han'ın bahçesinden ayrılıp içeri girdiğimde elinde çay tepsisi taşıyan bir çocuk gördüm. Adı Cuma, Irak'taki savaştan kaçıp ailesiyle buraya gelmiş ve burada çalışmaya başlamış. Birkaç kare fotoğrafını çektikten sonra fotoğrafın eline geçip geçemeyeceğini sordu kırık Türkçesiyle. Henüz fotoğrafı ona ulaştıramadım ama sizle paylaşmak istiyorum. Hanın içindeki hemen hemen her dükkana girdim ama sahipleri biraz çegingen davrandılar. Bu yüzden onları çok da rahatsız etmek istemedim. Hanın koridorunda bulunan bir masa da sohbet ederlerken onları çekmeye kalktım, hepsi birden bana bakınca biraz ürkmedim desem yalan olur. Sonra onlara hazırladığım blogposttan bahsettim onlar da beni ilgimi çekebilecek dükkanlara yönlendirdiler. İçeride bir sürü dükkan vardı ama en çok dikkatimi çeken eski fotoğraf makinaları, projektörler, kameraların bulunduğu dükkan oldu. Nusret Abi'nin dükkanının içinden uzun süre ayrılamadım. İletişim öğrencisi olmama rağmen görmediğim bir sürü makina gördüm. Hiç görülmemiş nadide bir filmi bulmuşta izlemiş gibi oldum. Fotoğraflarımı rengarenk çekmek istememiştim en başta siyah beyaz düşünmüştüm ama renkler çok güzeldi. Ahşabın yanındaki pembeyle ,betonun yanındaki pembenin arasındaki farkı gördüm. O kadar çok dükkan o kadar çok esnaf var ki, bazılarının kapıları kilitli, zile basmanız gerekiyor, bazılarınınki ise açık.
Aslında tek bir blogpost Pirinç Han için yeterli olamaz ama elimden geldiğince size Pirinç Hanı ve atmosferini anlatmaya çalıştım. Daha çok bilgi edinmek için aşağıdaki linklere tıklayabilirsiniz... Görüşmek üzere... https://www.facebook.com/ANKARA-P%C4%B0R%C4%B0N%C3%87HAN-DOSTLARI-158199716663/ http://www.ankarakalesi.com/index.php?option=com_content&view=article&id=14&Itemid=7 Çocukluğumda babam bana nereye gitmek istersin dediğinde, cevabım hep aynı olmuştu. Gençlik Parkı... O kadar çok gittim ki avucumun içi biliyorum desem yeridir. Şimdi 20'li yaşlarımı sürüyor olmama rağmen hala Gençlik Parkı favori yerlerimden biridir. Çocukluğumdaki hali biraz değişmiş olsa da, oraya gittiğimde hala çok eğleniyorum. Bu sebeple sizlere Gençlik Parkı'nı anlatmak istiyorum.
Burayı neden seçtiğimi biraz tarihinden bahsedince daha da iyi anlayacaksınız. 1936 yılında, 28 hektarlık bir bataklıkla kaplı bir arazide kurulmuştur. Yani neredeyse Ulus kadar eskidir. 19 Mayıs 1943 yılında hizmete açılmıştır ve o günden bu güne hala varlığını sürdürmektedir. Projenin ilk aşamasında açık hava halk tiyatrosu, çocuk bahçesi, labirent ve yüzme havuzu bulunmaktaydı. 1951 yılında ise Lunapark benzeri bir oyun parkı kuruldu. Ve şüphesiz o zamandan beri de, çocukların Ankara'da en çok eğlenebileceği en özel yer oldu. Yukarıda da belirttiğim gibi yıllar içinde değişimler olmuş ve Gençlik Parkı yeni makinalarla donatılmıştır. Benim çocukken bindiğim makinalar sınırlıydı. Ahtapot, Kanguru, Kaydırak, Çılgın Dans ve Korku Tüneli bunlardan bazılarıydı. Geçen yıllar içinde çok daha adrenalini yüksek makinalar geldi. Asansör bunlardan bir tanesi. İlk bindiğimde 16-17 yaşlarımdaydım ve nasıl çığlık attığımı hala unutamıyorum, inenene kadar bağırmıştım. Bunun gibi birçok alet daha var. Aslında onların resmini çekip sizinle paylaşmak istedim ancak kış aylarında olduğumuz için Gençlik Parkı kapalı bende size yazdan kalan bir resimle veda etmek istiyorum. Neden, neden, neden Ulus? Farkettim ki blog'umda Ulus saplantası baş göstermekte. O kadar çok Ulus'la ilgili şey yapmışım ki.Belki de bu soru şimdi mi aklına geldi diyebilirsiniz. Ankara'yı buradan okuyan bir insan Ulus'dan başka pek bir yerin olmadığını düşünür.Aslında Ankara da gezilip görülecek bir sürü yer var ama eski Ankara için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim. Bu blog için buralara gelip giderken, bütün ömrünü Ankara da geçirmiş biri olarak buralara ne kadar az geldiğimi farkettim. Sokaklarından sürekli kalabalık taşan Ulus'a önceleri gelmeme sebebim kalabalıklardan rahatsız oluşumdu. Ama arka sokaklardan yukarıya çıktıkça kimsenin bilmediği yerleri bulmuş hissine kapıldım. Küçükken oynadığım oyundaki karakter Kara Kıyıların Korsan Kraliçesi Belit gibi kimsenin bilmediği bir adayı bulmanın gururunu yaşıyordum. Tabi ki de birçok insan buraya geliyor ve buradaki özel geçmiş ve insanlarla hasbihal ediyor ama benim için ilkti ve bu çok özeldi. İlk defa buralarda gezinirken gerçek taş plak dinledim. Bilgisayarda dinlediğim taş plak kayıtlarından daha gerçekti ve daha çok içime işledi. Sonraları resim çekmeye gelmeye başladım çünkü diğer semtlere göre orjinalliğini kormuş bir sokak ve insan bulmak çok daha kolay.Demek istediğim bütün bunları Ankara'nın herhangi bir yerinde dolanırken bulmanız zor. Ulus sanırım bu yüzden hep insanla dolu. Hiç beklemediğiniz küçücük bir dükkandan eski, tozlu birşeyler buluyorsunuz ve o eski şey size çok değerli geliyor. Belki de geçmişe tanıklık ettiği içindir. Hani filmlerde olur ya, eski bir köşk ve içinde sakladığı eski bir hayat, Ulus' da benim için artık tam olarak öyle.
Selamlar, yeniden... Daha önceden ziyaret ettiğim ve çok sevdiğim Pirin Han'da, yukarıdaki küçük dükkanında Gramafon tamir eden Kadir Usta ile küçük bir sohbetimiz oldu. Bana neden burada kaldığını ve neden Gramafon tamirciliğini çok sevdiğini anlattı. Size küçük bir sürprizimiz de var. Biz sohbet ederken arka fonda da Münir Nurettin Selçuk ve Safiye Ayla taş plak kaydıyla gramafondan bize eşlik ettiler.
Merhaba... Yeniden... Bu hafta Kale’ye çıktım ve Kale’nin etrafındaki tarihe sadık kalarak var olmaya çalışan esnafların fotoğraflarını çektim. Ankara malesef gereksiz ve hızlı değişime ayak uyduran şehirlerin en başında geliyor ve eskiye ait doğal bir şeyler bulmak gitgide zorlaşıyor. Bende nerede sararmaya yüz tutmuş eski bir resime benzeyen bir yer görsem size göstermek ve duygularımı sizinle paylaşmak istiyorum. Kalenin esnaflarını seçmemin sebebi buradaki tarihi dokuya sadık kalmaları ve birçok kimse gibi insanlara yeni görünme çabası içinde olmaları. Gramafoncular, hediyelik eşyacılar,antikacılar ve tamirciler. Burada o kadar çok sararmış ama taze ruhlu dükkan ve esnaf varki, bunca yıldır Ankara'da yaşıyor olmama rağmen onlara denk gelmemiş olmak beni hayli utandırdı. Eskiye ama taze ruhlu bir eskiye olan bu yolculukta esnaflar o kadar sıcak veyardımseverdi ki devamlı onların fotoğraflarını çekmek istedim ama onlar yıllardır burada kendilerini sakladıkları gibi fotoğraf makinamdanda kendilerini saklamayı başardılar. Eski bir fotoğraf makinasını anlatırken coşkuyla gözü açılan esnaf Nusret Abi, başka bir makina onu çekmeye kalktığında hemen arkasını dönüyor ve şevkini kaybediyordu. Bende hem esnaflara hem eski bir resim gibi değerli tuttukları dükkanlarına rahatsızlık vermeden konuk olmaya çalıştım. Neden burada gizli kalmak istediğini sorunca Kadir Usta "Hayatta herşey için emek verdim, sevgim için çocuklarım için, işim için, çiçeklerim için. Eğer insanlar değerli bir şeyler görmek istiyorlarsa bunun için emek vermeliler. Asıl o zaman değerli ve özel olur ellerindeki. Ben değeri burada kalenin dibindeki gramafon tamircisinde buldum ve onları burada eski bozuk gramofonların arasında ömrüm yettiğince bekleyeceğim." dedi. Bir yandan gramafonları tamir ederken bir yandan da bana bunları anlatıyordu.
Ben daha çok eski dokusunu korumuş dükkanları gezmeye çalıştım ve her girdiğim dükkanda aynı kokuyu aldım. Sanırım eskinin bir kokusu olsa, o bu koku olurdu. Belki çiçek kokusu kadar nefesimi açan içime huzur dolduran bir koku değil ama bu koku bana eski bir resim gördüğümde hissettiğim duyguyu birerbir veriyor. Eskiye ait değerli ama gizli insanlar görmek isterseniz size Kale'nin esnaflarını gezmenizi öneririm. Ankara denildiğinde akla ilk gelen yerler şüphesiz Anıtkabir ve Atakule ama Eski Ankara denilince akla ilk gelen yer kesinlikle Ulus'tur.Alanda Ankara'nın sembolü olarak da anılan Tarihi Zafer Anıtı var.Bu anıtın üzerinde durmak istiyorum çünkü Ulus'la özdeşleşmiş olan bir alan Zafer Anıtı. Cumhuriyetin ilk yıllarında Türk hükümeti bir yarışma organize eder ve içlerinden seçtiği bir heykeltraşa bu anıt yaptırır. Avusturalyalı heykeltraş Heinrich Krippel tarafından yapılan bu anıtın yapımı yaklaşık iki yıl sürmüş ve Kasım 1927'de halka sunulmuştur.
90 yıllık bu yapı Ankara’nın tarihine eş bile tutulabilir çünkü yerli ve yabancı turistler için en çok tercih edilen yerlerden biri. Günün her saati yerli yahut yabancı birçok turisti Tarihi Zafer Anıtı’nın önünde resim çektirirken bulabilirsiniz.Sanırım size tam bir rakam vermek yanlış olur çünkü mevsime göre yoğunluğun artması veya azalması mümkün ancak turistsiz ve insansız kalmayan yegane mekanlardan biridir Ulus. 2000’li yıllardan daha önce alışveriş merkezi kültürü Türkiye’de yaygın değildi ve insanlar genellikle Kızılay, Maltepe Pazarı ve Ulus’u alışveriş yapmak için tercih ediyorlardı. Aslında bu tercihden de biraz öte bir karar çünkü birçok şeyi bir arada bulabileceğiniz yerler gerçekten çok azdı. Örneğin evinize almak istediğiniz bir avizeyi şimdi ki gibi AVM’ler olmadığı için Ulus dışında bir yerde bulamıyordunuz. Ya da evinizi boya almak için gidebileceğiniz bir IKEA ve ya BAUHAUS yoktu. Kıyafetler genelde Kızılay ve Ulus’dan alınırdı. Ulusu boş görebileceğiniz bir zaman yok. Günün her saati insanla dolu ve hep bir telaş koşuşturmaca var. Kalabalık olmak ve karmaşık olmak artık Ulus'un rutini haline gelmiş ve insanlar bu duruma çoktan ayak uydurmuşlar. 2000’li yıllara yaklaşmadan önce her kesimden insanı içinde barındıran Ulus artık daha çok ekonomik geliri orta ve düşük sınıflara hitap ediyor. Bunun en büyük nedeni mantar gibi çoğalan AVM’ler. Tüketici evinin yakınında bulabileceği bir ürün için artık Ulus’a gitmeyi maalesef gerekli görmüyor. Ankara’da doğmuş ve büyümüş biri olarak maalesef yolum pek Ulus’a düşmüyor. Ben de, bu haftaki blog yazım için Ulus’u keşfe çıktım ve sizlerin ilgisini çekebileceğini düşündüğüm yerleri gezdim. Genel olarak eski dokuya sahip bir yerler görmek istiyorsanız Ulus gelebileceğiniz kısıtlı mekanlardan birisi. Meydanın bulunduğu taraflar her ne kadar çok insan barındırsa da eski mimariye sahip yerler daha çok yukarıda. Turistleri en çok çekenler yerler Kale ve Çevresi. Eski mimariye sadık kalan çok hoş oyuncakçı dükkanı gibi bir otel bile var, Divan Oteli. İçerisi gerçekten çok keyifli heykeller ve eşyalarla dolu. Otel görevlilerinden öğrendiğim kadarıyla. Özellikle Sonbahar ve Kış mevsimlerinde birçok çift düğün fotoğraflarını burada çektiriyormuş. İçeride o kadar çok eskiyi hatırlatan orjinal parça var ki, uzun bir süre müze gibi içeriyi gezip, orjinal dekoru inceledim. http://www.divan.com.tr/divan-cukurhan/tr Alıştığım, doğduğum ve en önemlisi de annemle babamı karşılaştıran şehir. Yıllardır İstanbul hayali kuran bir insan için doğduğundan beri yaşadığı şehri arkada bırakmak oldukça zor. Burada göreceğiniz her şey hem Ankara'ya bir veda hem de eskiye duyulan özlemdir. Eski mimarisi, esnafı, halkıyla merak ettiğim her türle içeriği ulaşmaya çalışacak ve sizlere de bu blog aracılığıyla ulaştırmaya çalışacağım. Belki şehirde dolaşırken veyahut bir yerden bir yere giderken aklımıza hiç gelmez ama Ulus meydanını gördünüz mü Eski Ankara nasıl bir yerdir diye merak edersiniz. 92 yıl öncesine baktığımızda birkaç binadan ve yeni doğmuş bir cumhuriyetin başkenti olmaktan başka bir şeye sahip olmayan Ankara şimdi bambaşka. Metropol şehri olmanın artılarını ve eksilerini fazlasıyla almış ve neredeyse eskiye ait çok bir şey bırakmamıştır. Burada eski Ankara'ya ve insanlarına ait olan resimler, röportajlar ve daha birçok şey bulabileceksiniz.
|
Ezgi KüçükEski Ankara'nın Kalbi Ulus ve İnsanları |